2 Eylül 2010 Perşembe

Fatma Esti-Kazazede

KAZAZEDE

İlk Söz

“elma” dersem korkuyorum Havva incinir diye
geceyi katlayan kadim utançlar üretilir
dilsiz solistini bir türlü azad etmez koro şefi
“elma” dersem elmaya saplanır çivisi dünyanın
dehşetli bir arena komedyası yaşanır
ispanya dâhil her yerde

ellerini saklar “ellerinden belli olan kadınlar”
yüzlerinden okunmayan hayat sırıtır derinlerinde
nerde karışmıştır adımları bilinmez
kadınlar ki kalpleri daraldıkça genişler dünya
vardır hepsinin bir kazası durmadan kımıldayan
kanatır durur kalplerini sessizce

Ara Söz

eskiden ben de bakardım aynalara
günde kaç kere
kitaplara geçmemişti yüzüm /severdim
duru sularla girerdim geceye
delişmen uykuları dağıtırdı örgülerim
eskiden aynalara bakarken gülümserdim

göğü didikleyen bu mevsimi ben çağırmadım
çağırdıysa her kim benim adıma
/sahibine dönermiş her beddua/
desem ki bencileyin ram olsun acıya

keskin dönüşlerle böldüğüm hayat
hangi hediyeyi sunduysa bana
hepsi şüpheli
pamuk prensesin elması kadar
o gün bu gündür dilimde zehir
uğultulu bir kalabalık kanımda
nice fırtınalar kopar da kadında
suskun bir silueti tutuklar dünya







Asıl Söz

“göğe bakma durağı”nda kıvranır bir kuş
ne kadar acı varsa ezberlediği
ve ne kadar ilaç varsa kadim kadınlardan kalan
yetmez diriltmeye kanatlarını
gülün kırmızı bedduası peşinde
tekinsiz coğrafyalardır tek bildiği

gecenin tezgâhında çatlayan nar
kaç dişini biler hayata karşı / bilmez hayat
fütursuz rüyalarını salgılar dünya
kadınlar katladıkça düzleşen dünya
katlanmış kadınlar bırakır sabaha

ah! kimi şenlendirir ki çöle sızmayan yağmur
en çok ıslanır / kurur bir avuç toprak
diliyle dudaklarını yoklamış gibi
acı insancıldır yerleştikçe sever bedenini
bu mevsimde herkesi kurutur yağmur
türkü söylemenin de geçip gider yaşı
aşk her zaman unutulur aşk her zaman unutulur

nehirlerin emdiği topraklarda
yağmur duasına çıkar ağaç kökleri
oysa bir kadın yeter yeşertmeye bir ormanı
nasıl ki tek başına yakarsa şeytanı
kazazede kadınların dilsiz “ah”ları

göğe bakılan her durak iyidir
umudun sarkacında med-cezirli yolcular
“gelecek güzel olacak” diye avunur biraz
bazıları kırılan yanlarını onarır
ne varsa durakları yoklayan koca gövdeleriyle
sıcak nefesli bir şifacı sanılır

ve hayat… balta girmemiş orman
palazlanır budandıkça
yeni yolcular ister
ister ki tükenmesin gırtlağındaki kahkaha
otlardan mürekkep merhemini
sunar yarasına aldırmayanlara








Son Söz

dehlizlerine adadığım onca zamandan sonra
beni sağaltacak sır düştüyse payıma
minnetimi sana sunacak değilim
ne de pejmürde masallarına
ey hayat
bir avuç suda boğardım seni
yakalanmasaydım
bir bardak suda kopardığın fırtınaya

Fatma Esti

ada dergisi 10.sayısında yer almıştır.

Hiç yorum yok: