11 Aralık 2010 Cumartesi

KARADENİZ’DE BİR “ADA”

İlk olarak dergilerde başlamıştım yazmaya.
Unutmuyorum, yaşadığım en yoğun, en çocukça heyecandı. Hele de ilk yazılarımı, herkesin yazmak için can attığı dergilerin sayfalarında görmek çok yüreklendiriciydi.
Sonra… Sonra bir iki yazım küçük paragraflar eklenmiş halde yayımlandı. Hoşuma gitmedi bu müdahaleci yaklaşım şekli. Yazı benim, sadece benim olmaktan çıkmıştı. Bir daha aynı hayal kırıklığını yaşamamak için uzak durdum dergilerden.
Hatır gönül gereği birkaç kez dergilere yazı verdiğim oldu sonrasında. Fakat öyle soğumuşum ki ardı gelmedi. Gazete yazarlığını tercih ettim sadece.

Şu bir gerçek ki; giderek okurun, ama her kesim okurun anlayacağı sade bir dille yazma alışkanlığı kazandırması açısından birebirdir gazeteler. Bir çeşit sınavdan geçiyorsunuz yazdıkça. Okurla ortak bir dil oluşturmanın zorunluluğuna inandırıyor sizi.
Dergilerden de bugüne taşınan, hep korunası olduğunu düşündüğüm bir alışkanlığım var. Yazdığım her yazıyı özenle, içten içe dergiye hazırlar gibi, hazırlamaya gayret ederim. Okur da bu yönümü sezinler, fırsat buldukça takdirle karışık dile getirir.

Yıllardır Trabzon’da çıkmakta olan Ada Dergisi, ne zamandır kimsenin yapamadığını yaptı; o olumlu etkiyi uyandırdı bende. Son sayılarıyla yıllanmış bir önyargımı kırdı. Beni, gazetenin yanısıra dergilerde de yazmaya razı etti.

Hem de sessiz bir dil kullanarak başardı bunu!.. Daha bir ilgi çekici hale getirilmiş küçük boyutuyla, zenginleştirilmiş içeriğiyle. Tabii her şeyden önce okura hitap eden, ufuk açıcı ürünlere yer vererek.

Şeklen yeniliklerinin yanısıra, bir dergide en çok önemsediğim özellik budur. Bunu başlıca amaç edinip, bu ana amacından giderek uzaklaşmaması.

Dahası var: Ürünlerin doğasına dokunmadan özgün haliyle yer vermesi. Kullandığı sesli ya da sessiz dille sadece ve sadece okurun dergisi olduğunun altını çizmesi. Bir çeşit albüm işlevi görmemesi, birilerinin anı defteri haline getirilmemesi vs. Dergiler ancak o zaman daha geniş kitleler tarafından benimsenir, okunur. Dolayısıyla da uzun soluklu olurlar.

Mevsimde bir çıkmakta olan Ada Dergisi, bulmayı umduğum bu özelliklere sahip. Bir bucuk yıl aradan sonra iki sayısı birden çıkartıldı. Bu son sayılarla 12. sayısına ulaşmış oldu.

Kimler yoktu ki son sayılarında: Attila Aşut, Nihat Genç, Kenan Sarıalioğlu, Çiğdem Sezer, İnci Aral, Ayşe Keskin, Ersan Erçelik, Serkan Türk, Tayfun Pirselimoğlu, Mehmet Kuvvet, Muammer Kotbaş, Bülent Sümer, daha birçok değerli isim.

Derginin sahibi, editörü şair yazar arkadaşım Serkan Türk’ün çabalarıyla oldu her şey. Şevkle, inatla, tutkuyla ve aslında zorlukların, imkansızlıkların da getirisi bir sancıyla Ada’yı bugünlere taşıdı.

Değerli şair yazar arkadaşım Ayşe Keskin’in de en az onun kadar emeği var dergide.
Ada’nın kurucularından Ercan Yılmaz’ın, Arzu Alkan’ın… Çok kez tanık oldum; Ada’yı layıkıyla tanıtmak, okura yeniden hatırlatmak için birlikte çok çaba sarf ettiler.
Ada Dergisi Etkinlikleri adı altında, belli aralarla imza günleri, söyleşiler, şiir dinletileri de düzenlediler. Trabzon kültür sanatını hareketlendiren yararlı, sıcak etkinliklerdi.

Derginin özellikle bu son sayılarını okuyunca, sitemler yağdırdım Serkan’a. Dergiye yazı vermem konusunda neden ısrarcı olmadı diye.

Derginin sayfaları arasından taşan o hüzünlü, coşkulu, içe işleyen seslerden biri de ben olmalıydım!.. O derece bir yazmak isteği uyandırdı bende. Kendini hem şeklen, hem de içerik olarak yenilemesini başardığı için…

Siz okurlardan isteğim, Karadeniz çıkışlı bu Ada’yı, ne yapıp edip sahiplenmeniz…

Fatma Babuşçu
Taka Gazetesinde yayınlanmıştır.